Bolivya

Bolivya:
Bolivya ya da Çokuluslu Bolivya Devleti  (İspanyolca : Estado Plurinacional de Bolivia). Başkenti Sucre ve La Paz olup;, Cochabamba , Santa Cruse, Potosi diğer önemli şehirlerinden birkaçıdır.

Ülke İspanyol sömürgeciliği döneminde Yukarı Peru olarak adlandırılan bu bölgeye daha sonra Güney Amerika 'yi İspanyol boyunduruğundan kurtaran Simon Bolivar 'in anısına Bolivya (Bolivar'in ülkesi) ismi verilmiştir.

Bolivya, 1809 yılında  İspanyaya karşı bağımsızlığını ilan etmesine karşın, İspanyol askerlerin ülkeden kovulması çok daha sonra, ancak 1825 yılında gerçekleştirilebildi.

Bağımsızlık sonrası Bolivya'daki siyasal yaşam sık sık kesintiye uğramıştır. Ülke ulusal bağımsızlığını kazandığı 1825 yılından günümüze değin 180'e yakın darbe, ondan fazla değişik anayasa ve seksen civarında cumhurbaşkanı gördü. Cumhurbaşkanlarıdan bazıları yönetimi kan dökerek ele geçirdiler ve yine aynı şekilde kaybettiler.Altı cumhurbaşkanı görev başındayken öldürüldü.


Peru-Puno macerasını sonlandırdıktan sonra yeni güzergah olan  Peru-Bolivya sınırında bulunan Yuguano ya geçtim. Bir gece orda kaldıktan sonra Peru- Bolivya sınırına vardım. Sınır denilen birşey yok gibi görünüyordu,zaten bütün gece Google Earth¨dan sınırın kuşbakışı görüntüsünü incelemiştim.  İnsanlar yürüyerek sınırı geçiyor hatta alışveriş yapıp geri dönüyorlardı. Önce Peru sınır karakolana girip insanların ne yaptığını gözlemledikten sonra, Bolivya sınır karakolunda pasaport kontrol sırasına girdim. Sıraya girmemin nedeni pasaporttaki giriş çıkış damgasını kontrol edip etmediklerini anlamaktı. Evet hayal kırıklığı! Önceki çıkış damgasını sordukları yetmiyormuş gibi bir de Peru dan alınması gereken bir kağıdı da soruyorlardı. Bende fikrimi değiştirip Bolivyaya kaçak yoldan girdim. Copacabana ya gitmek için bir dolmuş bulup yollara düştüm.

Copacabana; Peru ve Bolivya arasında geçiş güzergahı olduğu için bir çok turiste ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Tıkıkaka üzerinde bulunan adaları ziyaret etmek için en iyi noktalardan bir tanesi. İspanyollar gelmeden önce burasının Aymara ve Keçhua yerlileri için dini merkez konumundaydı fakat İspanyollar buraları geldikten sonra kendi mabetlerini dikmekten geri kalmadılar.Şehirde görülmesi gereken yerler; Şehrin kuzeyinde bulunan Monte del Calvario de Copacabana ya çıkıp bütün Tıkıkaka golünün muhteşem manzarasını izleyebilir güneşin batısına tanıklık edebilirsiniz. Şehrin güney kısmında bulunan zamanında Astornomi ve gözlem evi olarak kullanılan İnti  Watana (Güneşin bağlandığı yer deniliyor )Arkeolojik bir çok eser görmeniz mümkün.


Şehre gelir gelmez yukarda saydığım yerleri gördükten sonra adalara gitmeye karar verdim. Saat 14 vapuruyla İsla del Sol(Güneş Adası)  adasına gittim. İsla de Sol  kamp için ideal yerlerden biri, Ada tamamen yerli  halktan oluşuyor ve geçim kaynakları turizm ve hayvancılık.

Tekneden indikten sonra kaçta geri dönmemiz gerektiğini sorduğumda bana 16 da limanda olmam gerektiğini belirttikten sonra adayı keşfe çıktım.

İsla de Sol; Copacabana ya  15 km mesafede bulunuyor ve ulaşım sadece teknelerle sağlanıyor. Adanın girişinde yaşam çeşmesi denilen noktada yerli bir kişinin heykeli sizi karşılıyor.Pilko Kaina tapınağında  arkeolojik kalıntılarda bulunuyor .Adanın doğu tarafında  beyaz kumlu plajlar mevcut, zamanınız olursa bir gece geçirmekte fayda var.


Saat 16:00 da limanda olmama rağmen hiçbir tekne yoktu, orda bulunan görevliye teknelerin nerde olduğunu sorduğumda bana ayrıldıklarını söyledi, Nasıl olur dedim saat 16:00 da ayrılacaklarını söylediler. Saat 17:00 demez mi bana. Peru ile Bolivya arasında saat farkını hesap etmemiştim açıkçası. Başka bir limana geçerek bir balıkçı teknesiyle gecenin geç saatlerinde Copacabana ya döndüm.

Akşam yemeğini sıradan bir restorantta yerken teyipte Sezen Aksu nun kalbim ege de kaldı şarkısı çalmaya başlaması beni ayrıca şaşırttı. Bir gece Copacabana da kaldıktan sonra ertesi sabah La Paz a gitmek üzere otobüse binerek yollara düştüm.
Titicaca: Peru ve Bolivya arasında kalan goldur.  Biraz adanın üzerinde yer alan adalar hakkında birşeyler söylemem gerekirse; Titikaka Golü'nün karakteristik özelliklerinden biri Peru baslikli blogumda da belirtigim gibi yüzen adacıklardır. Bu adacıklarda yaşayanlara 'Uros' (çoğul kelime) adı verilir. Uros, yüzen adacıkları savaşçı İnkalardan korunmak maksadıyla, yöreye özgü Totora adlı bir bitkinin kargılarını çapraz olarak bir araya getirerek oluştururlar. Üzerinde basit kulübeler de inşa ettikleri bu adacıkları balık avında kullanırlar.

Uros, geleneksel yaşam şekilleriyle gurur duyar ve karaya yerleşmeyi reddeder. Turistlerin sallanan adalarını ziyaret etmesine izin verirler.

Peru'ya ait Taquile adasında bugün yaklaşık 1.600 Quechua yaşamaktadır. Bu 5,5 km uzunluğunda ve 1,6 km genişliğindeki adada yaşayan halk, yabancılardan saklandıkları için çok sonraları keşfedilmiştir. Örgü ören erkekleri nedeniyle adaya Örgü ören erkekler adası adı da verilir. Bu arada Taquuile adası ile ilgili bir kitapta ilginç bir şey okumuştum,

Chucuito Golü olarak adlandırılan bölgede bulunan adada, araba, kamyonla, motosiklet gibi motorlu araçlar ve bundan dolayı da suni hava kirliliği yoktur. Deniz seviyesinden 3.900 metre yüksektedir . Ancak burada hayat hiç kolay değildir. Oksijen azdır, zor nefes alınır. Atmosferin  tabakaları incedir, deríniz kavrulur. Ne var ki doğa, buradaki insanları farklı kılmıştır. Bu insanların göğüs kafesleri ve kalpleri daha büyüktür. Damarlarmda diğer insanlardan bir litre daha fazla kan ve kanlarında da daha fazla kırmızı alyuvar vardır, Hafif köyü renkli derilerinde ise daha fazla melanın oluşmuştur... Ve böylece güneşten az etkílenirler. Titicaca'daki araştırmalarından Fransız araştırmacı Kaptan Cousteau, bölgede doğmamış olan insanların bu şartlara uyum sağlayabilmeleri için en az 3 kuşak geçmesi gerektiğine karar vermîştir.Güneş battıktan sonra aniden soğuyan havada siz titrerken, kıpkırmızı yanaklı küçücük çocuklar incecik giysilerle güler oynarlar. Siz bir kaç adım atınca nefes nefese kalırken, onlar tepelere koşarak tırmanırlar.

Golün Bolivya tarafında kutsal adalar, Güneş Adası  (İsla del Sol) ve Ay Adası (İsla de la Luna) bulunur. Her ikisinde de küçük geleneksel  köyler ve çok sayıda eski harabe mevcut.
Copacana yolculugunu tamaladikladiktan sonra baskent Lapaz a dogru yola ciktim.

La Paz: Yolcuğum kaç saat sürdü hatırlamıyorum fakat yer olmadığından dolayı beni muavin koltuğuna oturturdular, Daha başka ne isterim ki  hem şoförle sohbet ediyor hemde Bolivyanın muhteşem manzarasın eşliğinde seyre dalıyordum. Akşam saatlerinde La paz terminaline ulaştım. Her zamanki kalacak ucuz bir yer bulmak için kutsal kitabımda önerilen bir kaç yere baktıktan sonra hostel fiyatına ucuz bir otel bulabildim. Hem tek kişilik hemde tv vardı. Uzun zaman olmuştu yalnız kalmayalı bunu ilk orda fark ettim.

Kent, 1548  yılında, Alonso de Mendoza'nun önderliğindeki İspanyollarca , Chuguiago adlı yerli yerleşim yerinde Nuestra Señora de La Paz ("Barışın kutsanmış Meryem Anası") adıyla kurulmuş. Adındaki "barış" sözcüğü, önceki bir ayaklanmadan sonra barışın sağlanmış olmasındandır. 1825de İspanya 'dan bağımsızlık için savaşan cumhuriyetçilerin, Ayacucho  'da İspanyol ordusunu yenmesinden sonra, kentin adı La Paz de Ayacucho ("Ayacucho Barışı") olarak değiştirilmiştir.

1898'de bakanlar kurulunun kente taşınmasıyla, kent ülkenin gerçek başkenti konumuna geçmiş. Ayrıca dünyanın en yüksek başkenti unvanını taşıyor. İlginç bir havası var bir anda güneş açarken bir anda yağmur yağabiliyor. Bir hafta kaldığım bu şehirde yaptığım en güzel şey; bisikletle Dead Road  da pedal çevirmek oldu.Arkadaşım Arjantinli Jose ile birlikte  anlaştığımız acentayla araçla dağın zirvesine çıkıp bisikletlerimizi hazırladık. 9 kişilik grup ile birlikte sabah 10 da dağların eteklerinde sisin içerisinde pedal çevirmeye başladık. Fakat bisikletlerde şöyle bir sorun vardı vitesleri çalışmıyordu dolayısıyla belirli bir hızın üstüne çıkamıyorsunuz. Neyseki küçük bir oynamayla o sorunu çözdüm. Ölüm Yolu denmesinin sebebi ise uçurumun kenarında yolculuk etmek zorunda kalınmasıydı.Yaklasik 8 km olan bu parkur daglarin eteklerinde bulunuyor. Doğanın içerisinde pedal çevirmek muhteşem bir duyguydu. Yolculuğun sonunda yorgun düşmüş bedenininizi ödüllendirecek güzel bir aksam yemeği ve havuz sizi bekliyor.


Pazar günü La Paz da yapılacak en güzel etkinlik şehrin tam tepe noktasında bir Pazar kuruluyor. Aradığınız herşeyi bulmak mümkün, hediyelik eşyadan araba yedek parçasına kadar herşey. Ayrıca şehri tepeden görme fırsatı da sunuyor size. Sürekli yağmur yağdığı için gökkuşağını fotoğraflamak yüksek bir olasılık. Çok tuhaf barları var hatta gittiğim bir undergrourd rock barda kokain ve Marihuana  ikram ediliyor. İçerisinde yerli halktan turiste kadar her çeşit insane mevcut. Bir anda nereye ben geldim diyerek saskin bir ifadeyle insanlari gozlemledikten sonra onlara uyuyorsunuz. Zaten birileriyle tanisip birlikte icki icmek barin sosyal etkisinden kaynaklaniyor.

La Paz da gidilmesi gereken yerlerden biri Twanakü Arkeolojik alanı, hatta ilk Elien vigürünün bulunduğu yer olarak da Hollowood da konu edinilmiş.  Gerçekten bulunduğum arkeolojik alanların çoğunda insan vigürü olarak yapılmış heykellerin çoğunun abuk sabuk olması dikkatimi çekmişti. Bazı teorilere göre uzaylılardan esinlenerek yapılmış oysaki antropolijik bilgilerin ışığında edindiğim bazı bilgilerse şöyle; Pre-inka ya da diğer bir çok kavmın inanışlarından biri de, doğan sağlıklı bir bebeğin uğursuzluk getirildiğine olan inançlarından dolayı aile içi ya da akraba evliliğin yaygın olduğunu söylemek doğru olur. Bundan dolayıdır ki insan motivlerinin çoğunun bu şekilde tasarlanmış olması kesinlikle tesadüf değildir. Hatta bebek sağlıklı doğsa dahi vücudunda belirli yerlerine zarar verilip ömür boyu kötürüm kalması sağlanıyordu. , Fakat bu söylediğim  unsur Twanaku için geçerli mi bilemem

Twanaku. Aymara yerlileri için hala ibadet merkezi olarak kullanılıyor. Hatta  Aymara yerlisi olan Bolivya devlet başkanı Evo Moralez her yeni yılda  törenlere katılıp  ibadetini gerçekleştiriyor. Biraz Evo Moralez hakkında birşeyler söylemem gerekirse;

Juan Evo Morales Ayma, (d. 26 Ekim 1959, Orinoca, Oruro) Movimiento al Socialısmo (Sosyalizme Doğru Hareket) Genel Başkanı ve Koka çiftçi hareketinin Aymara asıllı lideridir. 22 Ocak 2006'dan beri Bolivya Devlet Başkanıdır.


Evo Morales, %53 gibi bir oyla, beklenenin çok üstünde bir oranla, 18 Aralık 2005 'de başkanlık seçimlerini ilk turda kazandı. Bu şekilde Bolivya tarihinin ilk kizilderili kökenli başkanı olan Morales, 1982 yılında sona eren militar hükümetten bu yana, ülkenin en belirgin seçim zaferini elde eden lider oldu. Böylece, Morales'in seçimlerin ilk turunda önde olacağı fakat salt çoğunluğu sağlayamayarak ikinci turu kaybedeceği yönünde rapor hazırlayan ABD'liler çok büyük bir hata yapmış ve Bolivya'nın ellerinden kayıp gitmesine yol açacak bir sürece davetiye çıkarmış oldu.


Uluslararası politikada Anti-Amerikan bir çizgi izleyen Morales; kendinden önceki hükümetin ABD ile imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşması'nı iptal etmiş ve bunun yerine Hugo Chavez'in fikir babası olduğu "ALBA"ya (Latin Amerika için Bolivarcı Alternatif) katılmıştır.


Başkanlık görevini devralmasının ilk ayında Küba'nın başkenti Havana'ya giderek Fidel Castro ve Hugo Chavez ile uzun toplantılar yapmaktan çekinmemiş ve bu toplantıların hemen ardından da ünlü 1 Mayıs çıkışını yapmıştır. Morales 1 Mayıs 2006 tarihinde, ülkedeki yabancı şirketlerin kontrolü altındaki, doğal gaz ve petrol alanlarını devletleştirdiğini açıklamıştır. Sırada orman, maden ve diğer doğal kaynakların devletleştirilmesinin olduğunu belirtmiştir.

Twanaku turunu tamamladıktan sonra La paz dönüp bir kaç gün sadece şehri boş boş dolaşarak geçirdikten sonra Potosi ye gitmek üzere otobüs biletimi aldım.

Patosi: Potosi ye sadece bu madeni görmek için gittim, bunun dışında şehirde pek yapılacak birşey yok, sadece çok sayıda kilise mevcut çoğu latin amerika ülkesinde olduğu gibi. Oysa ki taşlı toprağın duaya  değil kazmaya ihtiyacı vardır.

Sabah otobüsten iner inmez bir acentaya gidip madene nasıl gidebileceğimi öğrendikten sonra kalacak yer bulmak için yollara düştüm. Sonunda ucuz temiz bir hostel buldum, İnternete girip maillerimi kontrol ederken Peru Mancora da tanıştığım ve Lapaz Dead Road da birlikte pedal cevirdigim  Arjantili Jose nin de Potosi de olduğunu öğrendim. Onla buluşup birlikte tekrar acentaya gidip Potosi madeni için rehberli tur aldık. Madene gitmeden önce madende çalışanlar için koka yaprağı ve %85 alkol oranına sahip,ismini hatırlamadığım bir içkiyi almamızın madencileri mutlu edeceğini söyleyince bir markete  gidip bunları aldıktan sonra 8 kişilik gurupla birlikte tulumlarımızı giyip  maden ocağına doğru yola çıktık. Yaklaşık 4 saat süren maden turumuz, hem madencilerin ne şartlar altında çalıştığını idrak edecek hem de  Potosí tarihi hakkında bilgi alacaktık. Madenin girişinin sol tarafında bir resim asılı. ''Sin mineros no hay Potosi'' yazıyor, yani “Madenciler olmadan Potosi olmaz”. Ne kadar doğru aslında! Madencilerin ya da kölelerin sırtında yükselmiş bir şehir Potosi. Hâlâ daha varlığını madencilere borçlu. Başka türlü 4.000 metrenin üzerinde hayatta kalmayı başaramazdı bu şehir. İşin gerçeği; bu şehri doğuran ve besleyen köleler ve madenciler bu madenlerden ölüm ve yoksulluk dışında başka bir şey de görmemişler. Şehrin en satafatlı ve zengin olduğu 200 yıl boyunca 8 milyon yerlinin ve kölenin sadece bu zenginliği beslemek için can verdiğini söylüyorlar.Her şey Diego Hualpa adında bir lama çobanın lamasını kaybetmesiyle başladı. Gece oldugunda lamasini bulamayan Diego, isinmak icin gecenin karanliginda ates yakti, Ates isik sactikca dagin gumusten parladigini gordu ve gitti heryere bunu anlatarak, Ispanyollarin bunu fark etmesine neden oldu.  Dünyan'ın kaderini değışıtireceğinden kendisinin bile haberi yoktu.Dünya tarihi de kendisinden bahsetmez pek, sadece Potosi yi görenler bilir ismini. Bugünün Avrupa'in zengiliği Potosi sayesindedir.
Madene girdiğimizde, yürüdükçe iklim değişiyordu sanki, bir anda sıcaktan terlerken 5 dakkika sonra üşüdüğünüzü hissediyorsunuz. İçerisi öyle tuhaf ki  sanki bir anda dağ üstünüze çökecekmiş gibi basık bir atmosfere maruz kalıyorsunuz. Nefes almak dahi zorlasiyor bazen boğulacak gibi hissediyorsunuz. Ve en kötüsüde karanlık. Gece karanlığında gözünüzü kapatmaya  benzemiyor bu, baretinizde ışığı kapattığınızda en ufak bir hayat belirtisi görmüyorsunuz. Kabustan uyanır gibi baretinizin ışığını açıyorsunuz. Uyumadan kabus görmek bu olsa gerek. Bazı yerlerde geçiş o kadar zor ki sürünmek zorunda kalıyorsunuz. Ve bu şartlar altında yaşam mücadelesi veren insanları görünce, ayrıca genel itibariyle gümüş madenini süs ya da takı  eşyası olarak kullanıldığını düşündükçe sistemin gelmişine geçmişine sövmemek elde değil.  .Gerçekten calişma şartları çok ağır ve ücret denen birşey yok gibi, sadece bulunan gümüş ve  bakır gibi madenleri değerine göre koparatıflere  satabiliyorsunuz. Evo Morelez in iktidara  geçmeden önce kadınların da çalıştığını, şu anda toplamda çalışan 8500 madencinin  bulunduğunu ve isletmenin devletlestirilmesi icin adimlar atindigi söylendi . Tanıştığım madencilere yaşını sorduğumda göründüklerinden en az 10-15 yaş yaşlı gösteriyorlar ve koka yaprağı çiğnedikleri için açlık dürtüsü hissetmediklerinden hepsi çok zayıf, koka  yaprağındaki asitten dolayı da dişleri sanki yosun tutmuş kaya kadar yeşil veya sararmış görünüyordu.Koka yapragi cignendiginde, insana enerji verip aclik hissi duyulmamasini sagliyor, ayrica bir cok hastaliga iyi geldigi biliniyor. Bunlarin, basinda yuksek izdiva hastaligi olan Akut icin birebir. Cayini icmek bile sizi butun gun dinc tutuyor ve tamamen dogal. Kotu tarafi ise kokainin icin kullanilmasi. Evo Morelez in baskanlina kadar Bolivyda yetistirimesi yasak olan bir bitkiydi. Iktidara gelmesi ile birlikte batinin kokayi kotu emelleri icin kullanmasi onu kotu yapmaz batiyi kotu yapar diyerek koka yetistiriciline izin verdi. Madende tuketilen diger birsey ise  yüksek dereceli alkol; soğuk yerlerde ısınmak için içiyorlar ve gerçekten etklili. 5 kapak içtim resmen sauna girmiş gibi ter attım. Bir kapak daha içseydim kesin kafayı  bulurdum zaten ufaktan çakır keyfi olmuştum. Tanıştığım madencilerden biri öğrenciydi, üniversitede makina mühendişiliği okuyordu geçimini sağlamak içinde madende çalışıyor bu genç insan. İlerde makinalaşmaya gidileceği ve bu yüzden çok para kazanacağına inadığı için  mühendislik okuduğunu söyledi. Sonra bana yarın sabah madenin gezilmeyen taraflarını görmek isteyip istemediğimi sordu , Bende yok işinden etmiyim seni dedim. Sonra yök dedim yarın şenle birlikte çalışıp yardım etmek istediğimi söyledim o da seve seve kabul etti. Ertesi sabah meydanda buluşup madene gitmek için sözleştik.

Arkadaş 6 saat o madenin içinde çalışmanın ağırlığını anlatamam kesinlikle.Ve koka yaprağının enerji veren etkisi sizi hayatta tutuyor aksi takdirde vücudun dayanması çok zor.  Bugün her maden ve madenci gördüğümde yada Grup yorumun Madencinden şarkısını dinlediğimde o ana gidiyorum direk.




 Eduardo Galeano, “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” kitabında Potosi şehrinin kaderinden şöyle bahseder:

Potosi'nin tarihi İspanyollarla başlamamıştı. Fetihten çok önce, İnka İmparatoru Huayna Çapaç, bazı üçbeylerinin 'güzel tepe' Sumaj Orçko'yu ballandıra ballandıra anlattıklarını duymuştu. Hastalanıp da Tarapaya Ilıcaları’na gittiğinde görmüştü nihayet tepeyi. Cantumarca Köyü’ndeki saz kulübesinin eşiğinden, sıradağın yüksek dorukları arasında yükselen o kusursuz köni karşısında şaşkınlıktan küçük dilini yutmuşcasına uzun bir süre susup kalmıştı. Tepenin sonsuza uzanan kızılımsı rengi, dev boyutlara ulaşan ince uzun biçimi bundan böyle hep bir hayranlık ve şaşkınlık vesilesi olacaktı. Ancak imparator tepenin derinliklerinde değerli taş ve madenler olduğunu sezinlemişti ve Cuzco'daki Güneş Tapınağı’na yeni sus ve hazineler eklemeyi koymuştu aklına. İnkaların o güne değin Çolque Porco ve Andacaba madenlerinden çıkardıkları altın ve gümüş, imparatorluğun sınırları içinde kalıyordu; bu madenler ticaret için kullanılmıyor, sadece tapınakları süslemeye yarıyordu. Madenlerin işletilmesine karar verilmişti böylece. Ancak maden işçileri güzel tepenin damarlarına ilk küreklerini sallamışlardı ki, dipten gelen boğuk bir sesle dehşete gark olup yere devrildiler. Bir gök gürültüsü halinde yükselen ses, Quechua dilinde şöyle diyordu: '’Sizler için değil bu servetler, Tanrı bunları çok uzaklardan gelecek olanlara ayırdı’. Yerliler korku içinde kaçtılar maden ocaklarından. Ve imparator da terk etti tepeyi; ona, ‘gürüldeyip patlayan’ anlamındaki ‘Potosi’ adını verdikten sonra. ‘Çok uzaklardan gelecek olanlar’ ufukta belirmekte gecikmeyecekti.


Potosi macerasını tamamladıktan sonra bir sonraki durak olan; Latin Amerikanın en güzel yerlerinden biri, hatta ilk ay a ayak basan Neil Amstrong un aydan görüp, dünyaya döndüğünde ilk ziyaret etmek istediği yer olarak kayıtlara geçecekti. Arjantinli Jose  ile birlikte Uyuni için otobüs biletimizi aldıktan sonra akşam saat 16:00 gibi hareket ettik. Fakat şöyle bir sorun Jose yediklerinden dolayı motoru bozdu bu yüzden yolculuk boyunca kıvranıp durdu. Otobüste tuvelette yok bir kaç kez otobüsü durdurup ihtiyacını yolda gidermek zorunda kaldı. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri sanırım. Gece 12:00 gibi Uyuni ye vardık. Fakat o saatte kalacak yer bulmanın zor olduğundan dolayı otobüs şoförü sabaha kadar otobüste uyumamıza izin verdi. Ne güzel bir gece hostel parası vermekten kurtulmuştum. Rahat olmasada en arka koltuğa elbiselerimden rahat bir yatak yapıp uzandım. Olan o gece garibim Jose ye oldu, sabaha kadar uyuyamadığını söyledi midesinden dolayı.

Uyuni küçük bir kasaba tek gelir kaynakları tuz ve tuz gölünden kaynaklı turizm gelirleri o yüzden adım başı hostel ve  seyahat acentası bulunuyor.  Tuz gölüne gitmenin tek yolu tür satın almak günü birlik tur ve 3 günlük tur olmak üzere iki seçenek sunuyorlar. Siz siz olun 3 günlük tur alın. Sadece Uyuni Tuz gölünü görmekle kalmıyor aynı zamanda bütün Güney Bolivya nın muhteşem golleri ve doğal harikalarını ziyaret ediyorsunuz. 3 Günlük tur herşey dahil size maliyeti 60 dolar gibi birşey.  5 Tane Şilili hatun ve ben olmak üzere 4*4 Toyota Land Cruiser ile yollara düştük. Önce gökyüzünün yeryüzüne indiği yer olan Salar de Uyuni"yi ziyaret ettik.. Gökyüzü gerçekten yeryüzüne birleştiği nadir yerlerden biri ufuk çizgisinin kaybolduğundan dolayı fotoğraf çekerken 3 boyut kavramını yitirdiği için deklanşöre bastığınızda küçük bir kitap bile sizin boyutunuzda görünebiliyor fotoğraflarda. Akşam saat 15:00 gibi salar de uyun i tamamladıktan sonra şoförün evinde kaldık. Evi şehir hayatında uzak çöl gibi bir yerde bulunuyordu. Gece yıldızlar o kadar yakın ki elinizle dokunabilecekmiş gibi hissediyorsun. Baştan ne diye böyle bir yerde ev aldığını yadığamıştım fakat gece o görüntüyü görünce ne kadar haklı olduğunu anladım. Toplam 3 günlük turda Salar da Uyuni, Laguna Colorada, Laguna Verde, Ceiser Sol de Manana, Arbol de Pidra, Volcano Licançabur, Quetana Chico, Quetana Grande ve Kızıl gol olarak adlandırılan filamıngolarla dola Laguna Roca yı ziyaret ettik.

Bolivya turunun sonuna gelmiştim bir sonra ki durak Siliydi. Uyuni den Şili- Bolivya  sınır kasabasına geçip artık ok yaydan çıktı pasaport için karakola girmeden bulduğum ilk otobüsle Pedro de Atakama yollarına düştüm.

Hiç yorum yok: